Anasayfa Hakkımızda Kadromuz Vekaletname Çalışma Alanlarımız İçtihatlar Sorular & Cevaplar Kariyer İletişim

Yol Tarifi

İçtihatlar

Hizmet Tespiti Davası





Tespit davası; bir hukuksal çıkarın söz konusu olması koşulu ile açılan ve sonunda bir hükümlülük talebi içermeyip duruma göre herhangi bir anlamda bir hükümlülüğe de yol açabilen ve konusuna ilişkin bir hususun bir hükümle tespitini amaçlayan davadır. Bu hüküm kesin hüküm halini aldığında, konusu olan hukuksal durumun varlığı ya da yokluğu yahut tespit konusu belgenin ya da durumun gerçekten olup olmadığı herkese karşı hüküm ifade etmektedir.

 

4857 sayılı İş Kanunu’nun 8. maddesindeki tanıma göre, “iş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.’’

 Yargıtay’a göre ise;
a-İşçinin işverenin talimatlarına göre hareket etmesi,
b- İş sürecinin ve sonuçlarının işveren tarafından denetlenmesi,
c- İşin işverene ait işyerinde görülmesi,
d- Malzemenin işveren tarafından sağlanması,
e- İş görenin işin görülme tarzı bakımından iş sahibinden talimat alması,
f- İşin iş sahibi veya bir yardımcısı tarafından kontrol edilmesi,
g- Bir sermaye koymadan ve kendine ait bir organizasyonu olmadan faaliyet göstermesi
h- İşçinin, işverenin belirlediği koşullarda çalışırken, kendi yaratıcı gücünü kullanması,
ı- İşverenin isteği doğrultusunda işin yapılması için serbest hareket etmesi,
i-Çalışanın işyerinde kullanılan üretim araçlarına sahip olup olmaması.
j- Kar ve zarara katılıp katılmaması,
k- Girişimcinin sahip olduğu karar verme özgürlüğüne sahip olup olmaması” olarak sıralamıştır.

 

 

 

YARGITAY 10.HUKUK DAİRESİ
Tarih:2007
Esas No:2007/2174
Karar No:2007/19643


MAHKEME DOSYASI


İlgili Maddeler:506 Sayılı Yasa 6



HİZMET TESPİTİ DAVASI FERAGAT NEDENİ İLE REDDEDİLEMEZ


Davacı, davalılardan işverene ait işyerinde 02.11.2000-13.04.2006 tarihleri arasında geçen ve Kurum'a noksan bildirilen çalışma günlerinin tespiti ile işçilik haklarından oluşan alacakların tahsiline karar verilmesini istemiştir. Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde feragat nedeniyle davanın reddine karar vermiştir. Hükmün, davalılardan SSK Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Hatice Kamışlık tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

1- 506 sayılı Yasa'nın 6. maddesi gereği sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamaz ve vazgeçilemez. Yasa'nın öngördüğü belli bir sosyal güvenlik kuruluşu sigortalısı olmak, kamu düzenine ilişkin, kişiye bağlı, vazgeçilmez ve kaçınılmaz hak ve yükümlülük doğuran bir hukuksal statü yaratır. Kişi ve sosyal güvenlik kuruluşlarının bu statünün oluşumdaki rolü, yenilik doğurucu ve iradi bir durum değil, yasa gereği kendiliğinden meydana gelen statüyü belirlemekten ibarettir. Dolayısıyla sosyal güvenlik hakkından feragat mümkün olmadığından, feragat nedeniyle davanın reddine karar verilemez. Hal böyle olunca, davacı tespit davasından feragat edemeyeceğine göre, davasını geri alabilir. Başka bir anlatımla, ileride tekrar dava açabilme hakkını saklı tutan davanın takibinden vazgeçebilir. Mahkemece yapılacak iş; 506 sayılı Yasa'nın 6. maddesi uyarınca davadan feragatın mümkün olmayacağını davacıya hatırlatmak ve feragata ilişkin beyanı da hatırlatarak, bunun davayı geri alma şeklinde anlaşılıp anlaşılmayacağı sorulmak ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 185 ve 409. maddesindeki prosedür gerekirse işletilmek üzere sonucuna göre karar vermekten ibarettir.

2- Kabule göre de; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 91. ve devamındaki madde hükümlere gereğince "davanın feragat nedeniyle reddine" karar verilmesine rağmen, kendisini vekil ile temsil eden davalı Sosyal Sigortalar Kurumu lehine; karar tarihi itibariyle yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 6. maddesi hükmü uyarınca vekalet ücretine hükmedilmesi gereğinin gözetilmemiş olması isabetsizdir. Mahkemece belirtilen bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmaksızın yanılgılı düşüncelerle yazılı olduğu şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. O halde, hükmü temyiz eden davalı Kurum'un bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.


SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, Üye M.Z… E…'ın muhalefetine karşın; B… C…. E…., Üyeler Ö.Ş….. E…., Süleyman Caner ve N…. S…'in oylarıyla ve oyçokluğuyla 26/11/2007 gününde karar verildi.


KARŞI OY: 506 S.K. 6. maddesi hükmünü, Sosyal nitelikte temel hak olarak sigortalı olmak hakkının özünden vazgeçilemeyeceği şeklinde anlamak gerekir. Davacının iş bu davayı takip etmek istememesi Sosyal Güvenlik hakkından vazgeçme anlamında değildir. Mahkeme kararı bu sebeple yerindedir. Onanması gerekir. Açıklanan sebeple çoğunluk kararına katılmıyorum. M.Z… E

 

T.C
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO:2016/19742
KARAR NO:2018/2740
KARAR TARİHİ:22.03.2018
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

>İŞÇİ HİZMET TESPİT DAVASI, HİZMET TESPİTİ İSTEMİ YÖNÜNDEN İŞÇİLİK ALACAKLARI DAVA DOSYASI GÜÇLÜ DELİL NİTELİĞİNDE OLUP KESİN DELİL NİTELİĞİNDE DEĞİLDİR.


Davacı, davalı işverene ait işyerinde 08/02/2007-13/01/2009 tarihleri arasında geçen çalışmalarının tespitine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kabulüne karar vermiştir.Hükmün, davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.


KARAR

Dava, davacının davalı iş yerinde 08.02.2007-13.01.2009 tarihleri arasında aralıksız çalıştığının tespiti istemine ilişkindir.

Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.

Uyuşmazlık, davacının hizmet tespitine yönelik talebinin yöntemince kanıtlanıp kanıtlanmadığı noktasında toplanmaktadır.

Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Yasa'nın 79/10. ve 5510 sayılı Yasa'nın 86/9. maddeleri bu tip hizmet tespiti davaları için özel bir ispat yöntemi öngörmemiş ise de, davanın niteliği kamu düzenini ilgilendirdiği ve bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi gerektiği Yargıtay'ın ve giderek Dairemizin yerleşmiş içtihadı gereğidir. Bu tür davalarda öncelikle davacının çalışmasına ilişkin belgelerin işveren tarafından verilip verilmediği yöntemince araştırılmalıdır. Bu koşul oluşmuşsa iş yerinin gerçekten var olup olmadığı kanun kapsamında veya kapsama alınacak nitelikte bulunup bulunmadığı eksiksiz bir şekilde belirlenmeli daha sonra çalışma olgusunun varlığı özel bir duyarlılıkla araştırılmalıdır.

Çalışma olgusu her türlü delille ispat edilebilirse de çalışmanın konusu, niteliği, başlangıç ve bitiş tarihleri hususlarında tanık sözleri değerlendirilmeli, dinlenen tanıkların davacı ile aynı dönemlerde iş yerinde çalışmış ve işverenin resmi kayıtlara geçmiş bordro tanıkları yada komşu işverenlerin aynı nitelikte işi yapan ve bordrolarına resmi kayıtlarına geçmiş çalışanlardan seçilmesine özen gösterilmelidir. Bu tanıkların ifadeleri ile çalışma olgusu hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirlenmelidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 16.9.1999 gün 1999/21-510-527, 30.6.1999 gün 1999/21-549-555- 3.11.2004 gün 2004/21- 480-579 sayılı kararları da bu doğrultudadır.


Hizmet tespiti istemi yönünden işçilik alacakları dava dosyası güçlü delil niteliğinde olup kesin delil niteliğinde değildir.

Somut olayda; Mahkemece işçilik alacağı dava dosyası içeriğinde yer alan belge ve kayıtlar esas alınmak suretiyle sonuca gidildiği anlaşılmakla buna göre kesinleşmiş işçilik alacağı ilamının hizmet tespiti davasında tek başına esas teşkil edemeyeceği gözetilmeden yazılı şekilde sonuca gidilmesi hatalı olmuştur. Yapılacak iş, davalı iş yerinin ihtilaf konusu dönem bordrolarında adı geçen sigortalıları re'sen tanık olarak belirleyerek bunların beyanlarına başvurmak, tanıkların beyanları ile yetinilmez ise ya da adreslerine ulaşılamaması halinde Sosyal Güvenlik Kurumu, Vergi idaresi, Belediye ve Emniyet Müdürlüğü gibi kamu kurumları aracılığıyla tespit edilecek komşu iş yerlerinin işverenleri veya bu işverenlerin resmi kayıtlarına geçmiş çalışanlarının beyanlarına başvurmak, davanın nitelikçe kamu düzenini ilgilendirdiği nazara alınıp araştırma genişletilerek toplanan tüm delilleri birlikte değerlendirmek ve davanın hak düşürücü süreyi uğrayıp uğramadığı da göz önünde bulundurularak sonucuna göre Mahkemece bir karar vermekten ibarettir.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde, davalı iş yerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.


SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 22.03.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.




 

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
Esas:2004/21-369
Karar:2004/371

HİZMET SÜRESİNİN TESPİTİNDE HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE


Taraflar arasındaki "hizmet tespiti" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İ….. 4.İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 26.11.2002 gün ve 2000/644-2002/849 sayılı kararın incelenmesi davalı SSK vekili ve davalı H… G… vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 01.05.2003 gün ve 2003/2318-4138 sayılı ilamı ile ; ( ...1.Dosyadaki yazılara toplanan delillere hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre, davalıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2.Davacı 1991-1994 tarihleri arası davalıya ait işyerinde hizmet akdine dayalı olarak Kurum bildirim olup sürekli çalışma tespiti istenmiştir. İstem tanık sözlerine dayalı olarak kabul edilmiştir.

Gerçekten, davacının işyerindeki çalışmaları işe giriş ve çıkış bildirgeleriyle Kurum'a kısmi bildirilmiştir. Davanın yasal dayanağı 506 sayılı Yasanın 79/8.maddesi hükmünce; Kurum’a bildirilmeyen hizmetinin sigortalı hizmet olarak değerlendirilmesine ilişkin davanın, tespitini istediği hizmet verenin geçtiği yılın sonunda başlayarak 5 ( 3395 sayılı yasa ile 20.06.1987-07.06.1994 tarihleri arası 10 yıl ) içinde açılması gerekir.

Davacının tespitini istediği sürelerde 91/2.dönem sonrası sürekli çalıştığı bordro tanık beyanlarıyla sabittir. Bu dönemlerde 91/2-31.03.1992 tarihler arası tam bildirilmiş 01.06.1994-01.09.1994 tarihleri arası 10 gün eksiği ile bildirilmiştir. Şu duruma göre 1991/2.döneme ilişkin işe giriş tarihinden önceki dönem 10 yıllık hak düşürücü süreye uğradığından reddi gerekir.

O halde, davalıların bu yönleri amaçlayan itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, işverence kuruma eksik bildirilen hizmet süresinin tespiti istemine ilişkin olup, yasal dayanağı 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 79. maddesidir.
Davacı 26.06.2000 tarihli dava dilekçesinde ve aşamalardaki beyanlarında özetle; davalı işverenlere ait işyerinde 1475 ve 506 sayılı yasalara tabi işçi statüsünde olmak üzere 1991 yılı Şubat ayından 1994 yılının Ekim ayına kadar bilfiil tam ay olarak çalışmasına karşın, bunların Sosyal Sigortalar Kurumuna eksik bildirildiğini kurumdan fiili hizmet belgesi istediğinde anladığını, ifadeyle, anılan ve noksan gösterilmiş bulunan fiili hizmet süresinin tespitini, davalı kurumun murakabe görevi ve kararın infaz mercii olması nedeniyle husumetin yöneltilmesini, masrafların davalı işverenden alınmasını istemiştir.

Davalı SSK vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının çalıştığını iddia ettiği döneme ilişkin belgelerinin kuruma verilip verilmediğinin araştırılması ve bu konuda her türlü delilin toplanması gerektiğini, ifadeyle, davanın öncelikle hak düşürücü süre, esasa girilmesi halinde de ispat edilemediğinden reddini savunmuştur.

Davalı işverenlerden H…. G…. vekili cevap dilekçesinde; öncelikle 5 yıllık hak düşürücü sürenin geçmesi nedeniyle, esasa girilmesi halinde de davacı işçinin çalışmalarının kuruma düzenli olarak bildirildiğini, işverenin faaliyet gösterdiği iş kolunda işçilerin parça başı çalıştıklarını, daha iyi ücret teklif edildiğinde işverene hiç haber vermeksizin dahi derhal işi bırakabildiklerini, davacı işçinin de bu şekilde zaman zaman çalışıp ayrıldığını, davacının çalışıp da SSK'ya bildirilmeyen herhangi bir süresinin olmadığını, davanın reddini savunmuştur.

Yerel Mahkeme: "...Her ne kadar işe giriş bildirgesi verilmemiş ise de 4 aylık prim bordrolarında davacının isminin yer alması sebebiyle kurumun sigortalı çalışmadan haberdar olduğunun kabulü ile davanın 06.07.2002 günlü bilirkişi raporunda tespit edilen süreler yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekmiştir...." Gerekçesiyle 1991/1 dönemde 90 gün, günlük 11.734 TL; 1991/3 dönemde 120 gün, günlük 15.667 TL; 1992/1 dönemde 30 gün, günlük 19.805 TL; 1992/2 dönemde 120 gün günlük 24.652 TL; 1993/3 dönemde 120 gün günlük 28.022 TL; 1993/1 dönemde 120 gün günlük 31.619 TL; 1993/2. dönemde 120 gün günlük 31.619 TL; 1993/3 dönemde 120 gün günlük 35.595 TL; 1994/1 dönemde 120 gün günlük 37.110 TL; 1994/2. dönemde 40 gün günlük 41.654 TL ücretle olacağının kabul ve tespitine, davacı tarafından yapılan 46.160.000 TL yargılama giderinin davalı işverenden alınarak davacıya verilmesine, karar vermiştir.

Davalılardan kurum ve H. Güler vekillerinin temyizi üzerine Yüksek Özel Dairece: sair temyiz itirazları reddedilmiş; 1991/2. döneme ilişkin işe giriş tarihinden önceki dönem için ise "10 yıllık hak düşürücü süreye uğradığından reddi gerektiği" gerekçesiyle hüküm bozulmuştur. Mahkemece önceki kararda direnilmiş; hüküm SSK ve işverenlerden H… G…. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının, 1991/1-2.dönemlerine ilişkin talebi yönünden hak düşürücü sürenin söz konusu olup olmadığı, noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle ifade edilmelidir ki, çalıştırılanlar 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 2. ve 6. maddelerinde öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte kendiliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak, bu kimselerin aynı Kanunun 3. maddesinde sayılan istisnalara girmemesi gerekir. Çalıştırılanların, başka hiçbir isleme gerek kalmaksızın sigortalı niteliğini kazanmaları Kanunun 6/1 maddesinde yer alan acık hüküm gereğidir.

Ne var ki, sigortalıların bazı haklardan yararlanmaları öncelikle kuruma bildirilmeleri, belirli süre prim ödemiş olmaları ve kanunun gerektirdiği bilgilerin açık bir şekilde bilinmesi, koşullarına da bağlıdır. Anılan bilgi ve belgelerin kuruma ulaştırılmaması veya eksik ulaştırılması halinde ise bildirimsiz/kaçak çalıştırma olgusu ortaya çıkacaktır. Bu durum, prim ve gelir vergisi ödememek için işverenlerce sıklıkla başvurulan bir yol olup, ülkenin gerçeklerinden biridir. İşte bu noktada işçinin bir takım yasal haklarından yararlanabilmesi için sigortalı hizmetinin tespitini istemesi gereği ortaya çıkmaktadır.

Bilindiği üzere, sigortalı hizmetin tespiti davaları kamu düzenini ilgilendirmekte; bu niteliği gereği özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi gerekmektedir. Bu davaların yasal dayanağı 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 79.maddesinin 10 ( eskisi 8 ) nolu bendi olup; bu bentte "Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalıların hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak hizmet tespiti isteyebilecekleri" açıklanmıştır.

Madde metninden de açıkça anlaşıldığı üzere bu tür tespit davasını ancak sigortalılar açabilir ve kimlerin sigortalı sayılacağı da az yukarıda ifade edildiği gibi Kanunun 2 ve 3.maddelerinde hükme bağlanmıştır. Sigortalı tarafından açılan davada, her türlü delille kanıtlanabilen çalışma olgusunun usulünce belirlenmesinden sonra bu çalışmanın sigortalı çalışma olup olmadığı; ardından da ücret olgusu ve çalışılan zaman üzerinde durulmalıdır.

İşverenin, çalıştırmış olduğu sigortalılara ait hangi belgeleri kuruma vermesi gerektiği Kanunun 79/1. maddesinde açıkça ifade edildiği üzere yönetmeliğe bırakılmıştır. Atıf yapılan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin dördüncü kısmında işverence verilecek belgeler düzenlenmiştir. Bunlar, aylık sigorta primleri bildirgesi ( SSİYön.Madde16 ) , dört aylık sigorta primleri bordrosu ( SSİ Yön. Madde 17 ), sigortalı hesap fişi ( SSİY. Yön. Madde 18 ) vs.dir. Yönetmelikte sayılan bu belgelerden birisinin dahi verilmiş olması halinde artık Kanunun 79/10 ( eski 8 ) maddesinde yer alan hak düşürücü süreden söz edilemez. Yargıtay uygulamasında anılan maddenin yorumu geniş tutulmakta; eğer sayılan belgelerden birisi işveren tarafından verilmişse burada kurumun işçinin çalışmasından haberdar olduğu ve artık hizmet tespiti davası için hak düşürücü sürenin varlığından söz edilemeyeceği kabul edilmektedir. Diğer taraftan, kurum tarafından yapılan bir tespitin olması halinde de aynı kabul şekline ulaşılmaktadır. Bu kabul şeklinin temelinde yatan neden; hiç bildirim yapılmayan sigortalılarla, kısmi bildirim yapılan sigortalıların aynı hukuksal statüye tabi tutulmalarının hukuka ve hakkaniyete aykırı olacağının düşünülmesidir.

Halen yürürlükte olduğu şekliyle dava açma süresi beş yıl olup, hak düşürücü süredir. SSK’nun yürürlüğe girdiği tarihte beş yıl olan hak düşürücü süre 20.06.1987 tarih ve 3395 sayılı Kanunun beşinci maddesiyle on yıla çıkarılmışken, 01.06.1994 tarih ve 3995 sayılı Kanunun 3. maddesiyle, tekrar beş yıla indirilmiştir.

Diğer taraftan, kesintili bildirimle ilgili olarak 01.01.2000 tarihinde yürürlüğe giren 25.09.1999 tarih ve 4447 sayılı yasanın 11.maddesiyle 79.maddeye birinci fıkradan sonra gelmek üzere iki fıkra eklenmiş; işverenin sigortalıyı ayın tüm günlerinde çalıştırmadığını, belgeleriyle birlikte kuruma bildirmemişse, primleri ödenmeyen günler için resen prim tahakkuk ettirileceği ve 80.maddeye göre eksik kalan primlerin tahsil edileceği düzenlemesi getirilmiştir. Bu da göstermektedir ki, kısmi bildirimler sigortalının o ay içinde tam çalıştığına karinedir ve bunun aksini iddia eden, bu iddiasını ispat edecektir.

Somut olayda; davacı sigortalı , davalılar SSK ve işverenler H…. G… ve H…. olup; Davalılara ait ayakkabı imalatı işyeri Kurumca 2.2410.010276009.34 sayı ile 01.04.1979 tarihinde 506 sayılı Kanun kapsamına alınmıştır. 1998/2 itibariyle gayrifaal olduğu, 01.03.1998 tarihinde tekrar 506 sayılı yasa kapsamına alındığı , dava tarihinde halen faaliyetine devam ettiği davalı Kurumca bildirilmiştir.

31.01.1995 tarihinde kurum müfettişlerince işyerinde yapılan tespit ve incelemede işveren davacının işe giriş ve çıkış tarihlerine ilişkin belgeleri sunamamıştır. Ne var ki, kuruma verilen bir kısım dönem bordrolarında davacının ismi yer almış; bir kısmında ise yer almamıştır. Talep edilen Şubat 1991-Ekim 1994 arası dönem için fiili ve sürekli çalışma olgusu, eksik verilen belgeler kapsamında aynı bordroda isimleri bulunan tanıkların beyanları ile doğrulanmıştır. 1991/2.dönemden sonraki sürelere ilişkin hususlar bozma kapsamı dışında kalmakla kesinleşmiş; 1991/2 dönem bordrosunda davacının 120 gün çalışması kuruma bildirilmiş; bu dönem içinde işe yeniden girişine ilişkin bir kayda ise bordroda yer verilmemiştir. Uyuşmazlığa konu 1991/1.dönem bordrosu ise kuruma verilmemiştir.

Yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda; işverenince çalışması kuruma kısmen bildirilen sigortalının eksik bildirimlere yönelik olarak açtığı davada hak düşürücü süre gerçekleşmemiş olup; bordro tanıklarının beyanları ile de fiili çalışma olgusu kanıtlanmıştır. Mahkemece bu döneme ait sigortalı hizmetin varlığının tespiti usul ve yasaya uygun olup, direnme kararının onanması gerekir.

SONUÇ : Davalı SSK ve işveren H…. G…. vekillerinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 23.06.2004 gününde oybirliği ile karar verildi.